Fotoğraflarım

Fotoğraflarım
sevdiğim çiçek

8 Ekim 2017

Geç mi Kaldım?

Geç mi Kaldım?
Geç kalmayı sevmiyorum. Çok katlı otopark tıklım tıklım. Her katta ‘dolu’ levhasıyla sinirleniyor, bir sonraki kata iniyorum. Nihayet arabamı park ettim. Camiye giden kestirme bir yol düşünüyorum. Karşımdaki bu kapı bana zaman kazandıracak. Kırmızı uzun kola basarak ve iterek ağır kapıyı açtım. İçeri girdim, tok sesli gürültüyle kapandı arkamdam. Merdivenleri, otomat düğmesini görebilmiştim. Bastım, tık yok... Zifiri karanlıktayım. Hayır, olamaz, bu tarafta açma kolu yok. Bu kapı kullanılmıyor, binanın diğer tarafına geçiş yok!

Bilmediğim bir yerde, karanlıkta öylece kalakaldım. Toz kokusu genzimde... Soğuk bir esinti var. Kapıyı yoklamaya devam eden ellerim buz kesti, ürperdim. Aklıma gelen tüm korku hikâyelerini uzaklaştırmaya çalışıyor, kapıyı yumrukluyor ve bağırıyorum. Nafile, en alt kattayım, görevliler dört kat yukarıda... Bir araba mı girdi otoparka? Gıcırtılı lastik sesi duyuyorum, kapıyı yumruklamaya yeniden başlıyorum. Dikkatlice dinlediğimde, bu kata inmediğini anladım. Evet, üst kata çıkabilsem belki sesimi duyurabilirim. Nasıl yürüyeceğim? Yaparsın. Kör olsaydın, nasıl yürürdüm diye denemedin mi çoğu kez. Gözlerini sımsıkı kapatıp cep telefonundan mesaj göndermeye çalışan sen değil misin... Cep telefonum!

Çantamdaki park fişinde telefon numarası var mıdır? Fişi bulup çıkarıyorum; ışık gitti, yeniden kapa-aç telefonunu. Neden yazmazlar numaralarını? 

Acaba fareler basmıştır mıdır burayı, şimdiye kadar hiç ses duymadım. Bu kadar gürültü yapıyorum, onlar da korkmuştur. Hiç mi kullanılmıyor burası, neden yapmışlar bu kapıyı, bu merdivenleri... Belki kontrol ediliyordur. Kimbilir ne zaman? Bekleyecek miyim? 
Cenazeye giderken ben de ölüme gidiyormuşum. Böyle ölmek istemiyorum. Şaşkın, nasıl ölmek istiyorsun? Yüreğimde bir sıkışma, midemde demir yumruk. Nefes alamıyorum, burun deliklerim büyüyor. Karanlık, bunlara sebep sensin. Sessizlikle beraber ne oyunlar oynuyorlar bana? Siyah, tüm ışıkları kendine çekiyor, yutuyor. Gözlerim gün ışığını görmeyince, neleri duyuyorum. Bedenimin bu kadar çok ses ürettiğini bilmezdim. Kulaklarımda ziller, kalbimde vurmalı çalgılar. Nefesim hızlandıkça beynimin içine doluyor... Zonklayan başım, tansiyonumun yükseldiğinin işareti. Su var mı yanımda? El yordamıyla arıyorum, dokunduklarımı anlıyor, tanıyorum: cüzdan, fişler, sigara, çakmak, mendil, onun anahtarı...

Dün akşamki kavgamız... Kapıyı çekip gitmeler... Şimdi ben burda böyle... Bilemeyecek onu anladığımı, affettiğimi, ne kadar sevdiğimi... 

Telefonun ışığı merdivenleri görmeme yardım eder mi? Deniyorum. Elimle duvara dokunarak destek alsam, istemiyorum, kirli bir huzursuzluk var. Bu kadar tozda örümcekler, böcekler... Sola yanaşarak tırabzanları buldum, daha güvenilir ama pis. Tökezledim, sakın düşme. Hızlanan nefesimle bir süre durdum, soluklandım, tırabzanın desteğini içimde hissettim. Yavaş yavaş, ayaklarımı sürterek, dikkatlice bir kat çıkmayı başardım. Derin nefes alıyorum, sakinleşmeme yarar mı diye. Toz kokusu hâlâ azalmadı.

Önce belki bu kapıda kol vardır umudu... Boşa... Sesleri dinleyerek yumruklamaya, haykırmaya devam ediyorum. Yankılanan kendi sesimden başka ses duyamıyorum, bekliyorum sessizce, bir tepki? Yok. Endişeliyim. Yardım çağırsam... Kimi arayabilirim? Cenazeye kimler gelecekti? Bilmiyorum, şart mı yakında olmaları, bir arkadaşımı arasam uzakta da olsa, gelmez mi? Gelir, mutlaka gelir. Sakın şehir dışında olmasın! Boşuna telaşlanıyorsun, çıkacaksın buradan. 

Bir kat daha çıkmalıyım, belki kol.. belki sesimi duyan biri... Cep telefonumun pili biterse yandım. Unutma çakmağın var, yedekte. Gözlerim alışıyor karanlığa. Artık simsiyah değil sanki. Temkinli, her basamağı ayaklarımla hissederek, kalbime aldırmadan ilerliyorum.  İlk olarak kapıyı yoklama, yumruklar, yardım isteyen sesim... 

Onu aramalıyım, konuşmalıyım. 

Bu kadar kolay olmamalıydı: Sinirlenmek, kavga etmek, birbirini üzmek. Farklılıklarımızı anlamak hiç de zor değil! Nasıl da anlamsız bir tartışmaydı. Birbirimizi suçladık, birbirimizi dinlemeden... Sevgi köpüğüne kendini bırakmalı, bırakmayı öğrenmeli insan. Ölümü düşünmek bile yetiyor, yetiyor değerini anlamaya... Basıyorum telefonun tuşuna, hat yok.

Devam etmeliyim. Onu sevdiğimi söylemeden, karanlıklara bırakmayacağım kendimi. Kaç kat çıktım, birini daha çıkarsam görevlilerin yanına varacağım. Haydi gayret, az kaldı... Uzanıyorum. Kapı kolu! Çeviriyorum, açılıyor. Koşarak metalik, donuk, hareketsiz arabaların bulunduğu koridoru geçip çıkışa varıyorum.

Gün ışığı yüreğimi ferahlatıyor. Telefonum çalıyor... Ekranda onun ismi. 

Yaşamı içimde hissediyorum. 

Yenilendim. 

Uzun yoldan cenazeye gidiyorum.
Necla A. Aytuna

Mart 2008

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder