Fotoğraflarım

Fotoğraflarım
sevdiğim çiçek

8 Ekim 2017

Ressamın Aşkı



Ressamın Aşkı
Bitmesini hiç istemiyordu.. Portreyle olan dansı devam etmeliydi... Büyüsünün tutsağı olmuştu.

Hülya kapıdan girdiği anda, zeytin karası gözleri ve onları iyice belirgenleştiren beyaz teni ressamın dikkatini çekmişti. Omuzlarını açıkta bırakan ancak ince belini ortaya çıkaran mavi tüllü, etekleri uzun ve kabarık elbisesini giymişti. Hiçbir mücevher takmamış olması, görüntüsünü durulaştırıyordu.
“Bu kuğu gibi uzun ve beyaz boynu ortaya çıkarmalıyım” diye düşündü. Hülya’ yı sandalyeye özenle oturttu; ışığı ona göre ayarladı. 
Hafif bir tüy gibi yavaş, narin hareketleriyle, pembe dudaklarındaki tebessümü bozmadan denileni yapan Hülya, oldukça heyecanlıydı. Kızaran yanakları ve hızla çarpan kalbi çoşkusunun belirtileriydi. 
Gün ışığının düşmesiyle gözlerindeki menevişlenmeyi farketti, çok etkilendi.  Belki de çok genç olmasından kaynaklanan duru bakışları vardı. Kömür karası kıvırcık saçları masumiyetine yakışıyordu. Henüz aşkı, acıyı yaşamamış olduğu belli olan yuvarlak yüzünde, ince kaşları ve dudakları özenle çizilmiş gibiydi. Ne bakışında, ne duruşunda güzel kadın mağrurluğundan eser yoktu. Mütevazi gülüşüyle sarıp sarmalıyordu.  
Hülya, çalışan ressamı profilden görüyordu. Düzgün kesilmiş sakallarını,  pırıl pırıl kumral saçlarını ve zarif endamıyla sanatçı ruhunu yansıtan ela gözlerini, ona hissettirmeden inceliyordu. Kısa boylu sayılmazdı. Elleri, parmakları nasıl da güzeldi, ince ve uzun. Babasının çalışma odasında asılı, altın varaklı yağlı boya tablolardaki asillere benzetti onu, sanki yaşadığı dünyadan değildi.
Ressam, Paris de eğitimini tamamladıktan sonra birçok güzel kadın portresi yapmıştı.  Ancak bu portreye çalışırken isimlendiremediği karmaşık duygular içindeydi. Tuvaldaki renkler anlatılamaz güzellikte ışıldıyordu. Hülya’ nın gözlerinde oluşan hareler yayılıyor, ressamı içine alıyor, kollarından fırçasına geçerek tuvale ulaşıyordu. Gülümseyişinden saçılan ışıklar kuşları kanatlandırıyor, kanatları ressamın yüreğine dokunuyor, fırça tutan elini uçuruyordu. Fırçasıyla sedef tenine dokunuyor, gül pembe dudakları okşuyor, gözlerindeki menevişlerle dans ediyor, kendinden geçiyordu. Resmine olan tutkusu her geçen dakika artıyor, tüm bedenini ele geçiyordu. Haz ve zevk dolu portreyi inceliyor, tüm hislerini, çoşkusunu tuvale yansıtıyordu. 
Ressam tuvalden gözlerini alamıyordu: “Bu benim Şah Eserim olacak!..”
Gururluydu... Bu büyünün sürmesini istiyordu. Hülya, portresini her görmek istediğinde: “Henüz bitmedi..” diyordu, kibarca...
Büyünün, tutkunun tiryakisi olmuştu. Bu aylarca sürdü...
* *  *
Güneşli bir sabah... Tuvaldeki renkler ışıltılar içinde..
Ressam hayranlıkla portreyi incelerken, artık resminin bittiğine karar verdi. Hiç sevinemedi... 
“Şimdi, başka gözler onu görecek” diye düşündü. 
Çılgına döndü...
Onun gönül gözüyle bakamayacak yabancı gözler, bu güzelliği anlayamayacaktı... “Hayır, olamaz, buna dayanamam!..” 
Kendisi de aynı resmi tekrar yapamayacağına göre, en iyisi...
Birden bire, masada duran spatulayı aldı... Spatulayı kavrayan eli, senfoniyi bitiren maestro gibi çılgınca tuvalin üzerine indi.. Bir daha... Bir daha...  Portre paramparçaydı...  
Necla Antep Aytuna
3.12.2007
Kendime not: "Dorian Gray' in portresi" etkisinde deneme diyebiliriz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder